Konu
:
Rüzgarın Çölde Islık Çaldığı TİMBUKTU MOPTİ ve CENNE
Tekil Mesaj gösterimi
30-Kasım-2009, 20:53
#
1
(
permalink
)
zumrut_
Zümrüt Üye
Üyelik tarihi: 08-Haziran-2009
Ad- Soyad: zumrut
Bulunduğu yer: Yurt dışı
Mesajlar: 1.249
Teşekkürleri: 1.215
762 mesajına 2.493 kere teşekkür edildi.
Rüzgarın Çölde Islık Çaldığı TİMBUKTU MOPTİ ve CENNE
Rüzgarın Çölde Islık Çaldığı TİMBUKTU MOPTİ ve CENNE
Rüzgarın
Çölde
islık
Çaldığı
TİMBUKTU
moptİ
ve
cenne
Prof. Dr. Orhan KURAL
Pırpır uçağımız Mopti�ye de uğrayıp ancak 2
5 saat sonra
Sahra�nın kapısı
esrar dolu Timbuktu�ya alçalıyor. Güneş yüzlü bir erkek hostes uçakta �börek� dağıtıyor. Lübnan kökenli bir doktor ve melekleri olarak isimlediğimiz altı hemşiresi de bizimle�
Sanki adam haremi ile geziyor. Otelimizin etrafı duvarla çevrili ama kum ve çöp dolu bir ovanın ortasında. Hayvanlar çöpte otluyor. Timbuktu �dünyanın ve beyaz adamların sonu ve hiç kimsenin toprağı�.
Yıllardır Timbuktu başta Wanderlust Dergisi olmak üzere �En Çok Görülmesi Arzulanan Yerler� listesinde hep sıra başı oldu. İç savaş yıllarında tehlikeli olduğundan gitmeye cesaret edemediğimiz bir coğrafya burası.
En parlak dönemini yaşadığı XV. yüzyılda ticaret yollarının kavşağında
İslam dininin merkezi
çok zengin ve esrarengiz bir kent oldu. Hatta kaldırımların altından yapıldığı söylentisi de yayılınca tüm gezgin ve kâşiflerin gözdesi durumuna gelmiş. 1323 yılında hacca giden Mali İmparatoru Kakan Moussa yol boyunca 200 kilogram altını dağıtmış ve dönüşünde Gao�da bulduğu bir Endülüs mimara yaptırdığı iki minareli ünlü Cenne Cami ile ikiz olan
�Cıngaray-ber� yani �Büyük Cami�nin inşaası beş yıl sürer. Yabancıların içine kabul edildiği tek cami olarak tanınıyor. Araplara göre yeryüzünün en zengin kralı olan Kakan Moussa�dan Timbuktu�da geriye kalan eserlerin sayısı az. Parlak döneminde Timbuktu�nun nüfusu 100 bini bulmuş
25 bin öğrencisi ile bir üniversite
333 evliya
180 de Kuran kursunu bünyesinde barındırmış.
Rivayete göre Hz. Muhammed aslında Timbuktu�ya yerleşmek istemiş ama buraya geldiğinde bir köpek önüne çıkıp havlayınca buraya değil de Mekke�ye yerleşmiş. Timbuktu�ya ilk girmeyi başaran yabancı
İngiliz Binbaşı Alexander Gordon Lang.
Timbuktu�ya dostlarının yardımı ile 1826 yılında gelir
beş ay kalır
şehrin planını çıkarır
incelemeler yapar ama İngiltere�ye dönerken Timbuktu�ya 41 kilometre uzaklıktaki bir kasabada yerli halk Tuarekler tarafından üniformalı ve silahlı olduğu için öldürülür.
Tuarekler çöl zengini idiler ve o dönemde onların ayak işlerini diğer bir kavim olan Bella�lar yapardı. Fransız René Caillie ise Timbuktu�ya 1828 yılında varır
Arapça yazar ve Arapçayı aksansız konuşur. Minarede dua eder gibi yapıp şehrin planlarını gizlice çizer. Geri dönmeyi de başarır. Elde ettiği bilgileri 10 bin Pound ödülü almak üzere �Coğrafya Kurumu�na (National Geographic) götürdüğünde ona inanmazlar ama yapılan soruşturmalar sonucu gerçek ortaya çıkar ve sonuçta bu meblağ kendisine ödenir. René Caillie 38 yaşında
oldukça genç ölür. Son olarak burada inceleme yapan Alman kâşif Barth (1853�1854) de Arapça öğrenmesine rağmen casus sıfatı ile vurulur.
1992�1995 yılları arasında bu coğrafyada bir iç savaş yaşanır. Tuarekler ayaklanmışlar. Sonunda Mali devlet başkanı Alfa Ömer ve dönemin Gana liderinin ortak çabası ile 1996 yılında 6 bin silah yakılır ve bu meydana bir de barış anıtı dikilir
böylece savaş da sona erer.
Timbuktu�nun esas adı �Tin-buktu� olup anlamı ise �Su Kaynağının Göbeği�dir. Yani aslında bir �Su Kuyusu�. Bugün bu kuyu turistik bir çarşının içinde yer alıyor. Günümüzde 40 bin nüfusu ile yılda 5 bin turisti kendine çeken Timbuktu içi kum dolu evleri
teneke süslü tipik ahşap kapıları
narin keçileri
kaçmasın diye ön ayakları bağlı develeri
tuz kervanları
uzun boylu yakışıklı küçük burunlu erkekleri
çok güzel narin kadınları
yüzleri mor-siyah atkılarla kaplı çöl insanları
günümüzde de kalker
odun
kum ve tuz ticareti yapan Bella göçebe halkı ile size muhakkak ilginç gelecektir.
Çölde deve ile geziyoruz. Deve aniden koşmasın diye ayaklarımızla boynuna bastırıyoruz. Deve yokuş aşağı inerken arkaya eğiliyoruz. Yokuş yukarı çıkarken ise elbette tersi. Çölde günbatımını çok sayıda satıcı eşliğinde
yani gürültü ile yaşıyoruz. Oysa böyle romantik durumlarda insan �yalnız� kalmak istiyor. Çöldeki tabloyu dikkatle inceliyorum.
Develi ve devesiz Tuarek erkekleri
rengârenk giysiler içindeki narin eşleri
kuma uzanmış Araplar
yanlarında kara çarşaflı eşleri ve ellerinde fotoğraf makineleri ile turistler. Akşam Kolombo Oteli�nin terasında tipik bir yemek alıyoruz. Çorba
lapa
balık veya et. Sokakta bir düğün alayı geçiyor. Koşup aralarına katılıyoruz. Dans ediyoruz. Timbuktu�nun tozlu caddelerinde hayat kabuğuna çekildi. Korna seslerinin
bağrışmaların
motosiklet seslerinin yerini mutlak bir sessizlik aldı. Timbuktu�nun en güzel kızını seçeceklermiş. Merak ediyoruz. Yürüyerek yarışmanın yapılacağı mekânı buluyoruz. Kapıda polisler bekliyor
giriş ücretli ve 2000 CIF. Her yer ana-baba günü! Büyük salonun bir köşesinde ufak bir orkestra Afrika ritimleri çalıyor. Geri dönüyoruz. Çölde bir gece bitiyor. Yollardaki çöp ve naylonlar gece karanlığı ile örtülüyor�
Timbuktu�dan Mopti�ye uçuyoruz. Mopti�de aslında daha mutluyuz. Kahvaltıdan sonra sabahın çok erken saatinde gene havaalanındayız. Afrika güneşinin ilk ışınları içimizi ısıtıyor. Aynı uçak
aynı güler yüzlü host. Uçuş sadece 40 dakika! Rehberimiz Tall ve 4x4 üç jipimiz ve elbette üç şoförümüz bizi bekliyor. Kızıla çalan Afrika toprağında yol alıyoruz. Otelimize bir yabancı eli değdiği belli! Uğruna buralara yerleştiği Mali�li sevgilisini trafik kazasında kaybeden sempatik bir Barselonalı Hanım hoş bir mekân yaratmış. Zevkli bahçesinde meyve sularımızı içiyoruz. Havuz başında güneşlenen arkadaşlarımız var. Odalara yerleşiyoruz.
Mopti
Nijer ve Bani ırmaklarının kesim noktasında kurulmuş. Aslında burası Boza halkının bir balıkçı köyü. Ama katmerli pislik var. Nijer Nehri boyunca sıralanmış koloni döneminin tipik evleri de bu pisliği kaybedemiyor.
Nehir üzerine kurulu Bar Boza�da tüm diğer turist grupları gibi çok uzun süren bir öğle yemeği yiyoruz. Tüm çevremiz
eline geçirdiği bayrağı direğine asmış balıkçı tekneleri ve tütsülenmiş kedi balıklarının ağır kokuların yayıldığı balık pazarı ile çevrili. Gana�nın Almina kasabasını andırıyor. Ancak orada köleliğin yüz karası olan büyük bir kale var. Yemekte bölgenin ünlü iri balığı �Kapitan� dışında pilav
patates ve çorba var. Sineklerle birlikte kurutulmuş balıkların
sepetlerin
odunların satıldığı liman bölgesinden geçiyoruz. Sakat ve dilenciler
leş kargaları
domuzlar
beç tavuklar
merkepler
karasinekler
haykıran çocuklar
uyuz köpekler hep aynı şeyin peşindeler. Bir lokma yiyecek. Balık
baharat ve hendekten akan kanalizasyon kokusu birbirine karışmış.
Bu coğrafyada dar bir alanda çok fazla insan var. Fotoğraf çektirmeye hiçbir itirazları yok! Aksine mutlu da oluyorlar. Bazen de para istiyorlar. Turistler ahlaklarını bozmuş olmalı.
Lağım suları
keçiler
yerde yıkanan bulaşıklar arasından geçerek pazara gidiyoruz. Bize sık sık �Dubabu� diye sesleniyorlar. Yani �Beyaz Adam� belki de �Sahip�. Biz de onlara �Farafin� diyoruz. Bu da �Siyah� demek. Mopti Büyük Cami�nin içine giremiyoruz. Etkileyici bir kerpiç yapı. İlk yapılışı 1908 yılında.
Upuzun karpuzlar
huni şeklinde beton çirkin su depoları
Dogonların hayvan yemi olan yonca ile dolu kayıklar arasında 1
5 saatlik �Pinas� olarak adlandırılan bir tekneyle Afrika ritminde nehir gezisi yapıyoruz. Keyifli bir yolculuk. Bir ara Pol göçebe kampında tekneden inip Bani Nehri�nden Nijer Nehri�ne kadar yürüyoruz.
Yani bu iki suyun birleştiği bölgedeyiz. Sahilde sazlıklar
nilüfer çiçekleri ve çeltik ekimi var. Gün çabuk bitiyor. Mopti üzerine aniden karanlık çöküyor. Dolunayın ve mangalların ışığında kum tepelerinin sırtları görülüyor.Artık jiplerle yola koyuluyoruz. Bugün Dünyaca Ünlü Cenne (Djenne) Büyük Cami görülüyor. Ama Nasıl?
Kuzeyde İslam ve güneydeki Sahara altı Afrika kültürünün bir sentezi olan Mali�nin önemli bir şehri Mopti�den Cenne�ye kadar yolculuk 1
5 saat sürüyor. Beyaz
gri ve siyah renkli 4x4 jiplerimizle yola koyuluyoruz. Dört siyah adamın
çaldığı
cembe davulları eşliğinde
bir şişman kadın
adaletsizlikten ve hasretten bahseden içli bir şarkı söylüyor. Satıcıların ısrarı ve sürekli pazarlık yapma ve onlara devamlı �hayır� deme zorunluluğu artık bizi epey sıkıyor. Zaten her yerde hep aynı şeyler pazarlanıyor. Kolyeler
kumaşlar
battaniyeler
tenekeden oyuncaklar
örtüler
heykeller
bebekler
çantalar
vb
.
Artık renkler ortamdan çekildi. Hasat edilmiş darı tarlaları
kuraklıktan rengi sararmış otlar ve çalılar. Çölün uçsuz bucaksız boşluğu. Kerpiç kulübelerin çoğu basit bir kare planda
darı ambarları ise tepelerindeki külahlardan tanınıyor. Para yok
elektrik ve su yok ama sevgi var
sadelik var
gülümseme ile samimiyet var. Yol boyunca uzanan savanlarda koyunlar
keçiler
domuzlar
sığırlar ve tek tük de ağaçlar var. Burada Müslümanların domuz ve köpek de yediklerini öğreniyoruz. Hatta kalın
dümdüz gövdeleri ile �baobab� yani �şeytan� ağaçları dikkatimizi çekiyor. Toprak kızıl
mineralli
yani bereketli ama ekili arazi yok! Yol boyunca başında yükler
sırım gibi kadınlar sıralar halinde yürüyor. Çalışan hep kadınlar� Erkekler acaba bu arada ne yapıyor?
Bize arkadaşlık eden Bani Nehri�ni ilginç bir sal ile aşıp tamamı kerpiç ile yapılmış olan ünlü �Cenne Şehri�ne giriyoruz. Bani Nehri�nde onlarca kayık silueti süzülüyor. Cenne Batı Afrika�nın bilinen en eski şehri. Kurban bayramı yaklaştığı için çok sayıda cılız keçi ve koyunu pazarlamak için bir yerlere taşıyorlar. Hayvanlar çok acı çekiyor olmalı. Cenne bir toprak şehir
azman bir köy
sanki bir asır önceden aynen kalmış. Beton ve tuğladan yapılmış tek bir ev bile yok. Burada zaman tamamen durmuş.
Lağım sularının ortasından ısrarla aktığı eğri büğrü sokaklarda basık evlerin yanında üç dört katlı kerpiç evler bile görmek mümkün. Cenne kardeşi Timbuktu gibi önemli bir İslam merkezi olarak kabul ediliyor. 20 bin nüfuslu kentte 40 adet Kuran kursu bulunuyor. Sokak başlarında sarıklı bir hocanın etrafına kümelenmiş ayakkabısız küçük çocuklar din eğitimi alıyor.
İşte karşınızda dünyanın en büyük kerpiç binası �Cenne Cami�. Üç minaresi
60 metre eni
içindeki 102 sütunu
beş kapısı
harem bölümüne sadece hacca giden hanımların kabul edildiği
UNESCO listesindeki �kum şato� yani kısacası �Cenne Cami�. İki vardiya halinde gönüllüler usanmadan caminin sıvalarını yeniliyor. İlk yapılışı 1907 yılında. Bani Nehri�nin taşan sularının oluşturduğu özel çamurun marifetli ellerle şekillendiği bu gelenek 500 yıldır aynen devam ediyor. Cenneli toprağın sihrini biliyor.
Müslümanlık ve tüm dinler hoşgörü ile sevgiyi yansıtmalı. Korku ve dehşeti değil. Kapıda ızbandut gibi bir adam kimseyi camiye sokmuyor. Tek tek hanımların abdest almalarını bile kontrol ediyor. Grubumuzdan bir tek Antalya�dan katılan değerli dernek üyemiz Yurdanur Hanım�ın abdestini doğru bulup onun camiye girmesine izin veriyor. Kendisine kirli ayaklarını gösteriyoruz. Mevlana�nın ünlü bir sözünü hatırlıyorum: �Ya olduğun gibi görün
ya da göründüğün gibi ol�. Hep birlikte camiye dalıyoruz ve sütun ormanı içinde kayboluyoruz. İmam kime koşacağına
kime kızacağına şaşırdı. Polisler geliyor. Sonuçta bizi caminin avlusundan bile çıkarıyorlar.
Kendimizi �Pazartesi Çarşı�sının� tam içinde buluyoruz. Kara ve nehir yolu ile gelen pazarcılar ve halk burayı bir renk ve koku cümbüşü haline dönüştürmüş. Uzun boylu alımlı güzel kadınlar
sokak çeşmesinin etrafında bekleşen çocuklar
Kuran�dan ayetler okuyan sert bakışlı bir Kuran kursu hocası
konik şapkalı pirinç tarlası çalışanı
araya sıkışmış siyah-beyaz alımlı bir keçi
deve ve keçi derisinden yapılmış çadırlar
şişeden bira içen gençler
pazarın kalabalığı içinde tek tek yerlerini alıyor.
Sebze
et
meyve
pirinç
patates
domates
sepetler
baharatlar
ikinci el giysiler
kumaşlar
plastikler
büyü ve fetiş çarşısı
terziler
kasaplar
çeşitli hayvanlar ufak tezgâhlarda ve yerlerde satışa sunulmuş. Bir binanın çatısından bu muhteşem cami ile pazarın bitmeyen kargaşasını inceliyoruz.
Püsküllü külahları
üzerine muskalar işlenmiş uzun deri gömleği ve uzun tüfeği ile ilginç kıyafetli bir genç bana hızla çarpıyor. Çarşıda yaşam ritmini koruyor. Şimdi anlatıma bir ara verelim ve Malili şair Ouologuem Yambo�nun güzel şiirinin ahengine kaptıralım kendimizi.
BÜYÜCÜNÜN SOLUĞU
Gece gelecek ve önemli hiçbir şey olmayacak
Umut sönecek ve belki yürek susacak
Gün geçip gitti
bütün günler gibi
İnsanlar çalıştı
hiçbir şey düşünmeden.
Hayvan gibi uyunmuyor
insanız
Tadını çıkarmalı uykunun
gündüz yorucu;
Olumlu iki şey görmeliyiz düşlerde
Hep böyle yaşamak tat vermiyor artık�
Kaynak:
Bizim Coğrafya - Hayat Coğrafya'da, Coğrafya Hayatımızda
zumrut_ kullanıcısına teşekkür eden 5 üye:
bahriaskin
(01-Aralık-2009),
Cahit ERAYDIN
(30-Kasım-2009),
GUNBAN
(30-Kasım-2009),
kcimen1959
(30-Kasım-2009),
SaBaH GüNeŞi
(01-Aralık-2009)
reklam verin...
zumrut_
Açık Profil bilgileri
zumrut_ nickli üyeye özel mesaj gönderin
zumrut_ - Daha fazla Mesajını bul